21 Mart 2012 Çarşamba

Işığı Yanan Evler



"Tıp fakültesini yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya'ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim. 
Gençtim, bekârdım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer.
 İlk gece bir eve misafir olmuştum. Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi.
Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti. 
Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı.
 Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu. 
Ev sahibine bir şey de diyemiyordum.
 Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu.
 Evin büyüğü olan Hacıanneye sıkılarak:

"Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?" dedim.

Hacıanne:

"Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz" dedi.

Merak ettim, tekrar sordum:

"Trenden sizin bir yakınınız mı inecek ?"

Hacıanne:

"Hayır evlâdım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. 
Trenden buraların yabancısı birileri inebilir.
 Bu saatte, yakınlarda,ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır.
 Buraların yabancısı biri geldiğinde,

"ışığı yanan bir ev" 

bulsun diye bekliyoruz."

Konya Ovası'nda, ya da bir başka yerinde Türkiye'nin,trenden inen yabancılar için 

"Işığı yanan evler" 

yerinde hâlâ duruyor mudur?

 Yabancılar, yorgun bedenlerini yün yataklarda dinlendirmeye devam ediyorlar mı? 
Aç bir köpeğin önüne bir kap yemek bırakan kadınlar yaşıyorlar mı? 
Kuşlara yuva yapan mimarlar sahi şimdi neredeler? 
Bu güzel insanlar, atlarına binip gitmişler.
 Bizler, atlarına binip giden güzel insanlara sahip bir medeniyetin yetimleriyiz.
 Çekip gidenlerin doldurulmamış boşluklarında savrulup duran yoksullarız.

Şâir öyle diyordu:

"Güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler."

Şimdi bu güzel insanlar, neden ve nasıl atlarına binip gittiler?

 Onları ne yıldırdı da bir daha dönmemek üzere, sessiz sedasız gittiler? 

Ey güzel yurdumun güzel insanları! 

Neredesiniz?

9 yorum:

seherinörgüleri dedi ki...

yüregine saglik naliya,cok güzel ,insallah isigi yanan evlerin isigi hic sönmesin.

yöresel yemek ve örgü dedi ki...

Leylacıgım bende senin blogun ışıgına geldim rabbim hiç kimsenin ışıgını karartmasın hep yansın konyalı komşumdan duymuşdum bu hikayeyi yüregine saglık çok güzel yazıydı

BENİMDENİZİM dedi ki...

Çokkk güzel bir anı.Benim çocukluğumda evimiz il ve ilçe yolu üzerinde hatta araçların tam durup kalktığı bir yerdeydi bende hatırlarım.Küçüktük akşam yatardık sabah bir bakardık evde bir sürü insan arabası bozulan yolda kalan karnı acıkan bizimde ninemiz vardı yoldan geçeni yemeksiz aşsız göndermezdi. Bir an çocukluğuma döndüm....Evet merkezden uzaklaştıkça kırsal köylerde hala bu ilgi alaka var.Nerde çalışıyorsunuz şu an bilmiyorum ama.Bende ebeyim ama Bolu İl Sağlık müdürlüğünde çalışıyorum ocakta iken köylere gidince hatta merkeze ne kadar mesafesi uzaksa o kadar ilgi alaka görüyorduk.Şu anda anket çalışmasına falan gittiğimizde köylerde hala öyle
çok çene çaldım kusura bakmayın bir an çocukluğuma dönüverdim.

Adsız dedi ki...

Eski zamanları arıyoruz özlüyoruz dahada çok arayacağız gittikçe birbirinden uzaklaşır olduk sevgili leyla çok güzel bir hikayaydi yüreğine emeğine sağlık can dost sevgiler selamlar

siyah kuğu dedi ki...

çok güzeldi canım paylaşım için teşekkürler. aslında akşam işten gelince bir kez okudum şimdi tekrar okudum içime iyice sinsin diye sevgiler ,güzel günler öptüm.

gonul_kalemi dedi ki...

Bir zamanlar....

Türk Milletinin temel değerlerinden biriside misafirperverliktir. Misafirperverlik; konuğa verilen önem, değer ve yaklaşımdır.
Türkler de misafir ağırlamak, misafire verilen değer ve ona yüklenen anlam oldukça önemlidir. Türklere göre zorlu hayat koşulları karşısında insanların misafirperverlikleri sayesinde yaşamları kolaylaşır, ilişkileri gelişir ve kendilerini güvende hissederler.
Misafirperverlikle ilgili çok eskiden yaşanmış bir iki olayı örnek vermek istiyorum.
Yaşlı teyze anlatıyor:

“Biz misafire, misafir ağırlamaya çok alışıktık. Bir gün, “Bugün misafir gelmedi başım ağrıyor” demişti anneannem. Bu lafı söyledikten biraz sonra bir atlı kapıyı çaldı. Anneanneme bunu söyleyince sevindi. Gelen bir Ermeni’ydi. Babamın samimi arkadaşıydı. Onu ağırladık, derken bir komşu dedi ki, “Bu Ermeni’ye bu hürmet niye?” babam da “Bu eşiği aşanın, aşıpta içeri girenin, dini, imanı, kim olduğu, nerden gelip nereye gittiği sorulmaz” demişti. Gözlerim hala yaşarıyor.
Yine çocukluğumda, köyümüzde bir düğün vardı. Bizde ona gideceğiz. Mart sonu, her taraf çamur çaylak, derken kapı çalındı, bir dilenci. Ayağını çıkarıp girdi. Babam ayaklarını yıkadı sofraya buyur ettiler. Babam ve annem kilere gittiler. Çocukluk bu ya merak edip bende arkalarından koştum. Babam anneme dedi ki; ”Eğer ona ayrı bir sofra kursaydın, bu gece seni boşayacaktım”.”
Sanırım bu anlatılanlar, Türk Milletinin misafirperverlikle ilgili düşüncelerini açıkça ortaya koymuştur.
Bazı yörelerde, “Şöhret için keskin kılıç ve kırk sofra gerekir” denir. Toplumda kabul görmenin bir yoludur misafirperverlik.
Türkler misafir ağırlarken her şeyin eksiksiz olmasını ister. Hizmette kusur asla affedilmez. Aksi bir durumda mahcup olacaklarını düşünürler. Her evin mutlaka bir misafir odası vardır ve sürekli olarak hizmete hazırdır. Misafir her zaman el üstünde tutulur.
Odaya girdiği zaman büyük küçük herkes ayağa kalkar. Evin büyüğü, misafire oturması teklifinde bulunur, o da karşısındaki büyük olduğu için ona oturmasını teklif eder ama bu teklif bölümünü ev sahibi kazanır. Misafir oturmadan kimse oturmaz. Misafirin geleceği önceden biliniyorsa, evdeki havlular değiştirilir. Evde misafire özel saklanan terlik kapının girişinde hazır bekletilir. Yemekte günlük kullanılan çatal kaşığın yerine, hanımların özenle sakladıkları takımlar kullanılır.(alıntı)
Peki ya şimdi...!

~♡ηυяѕαℓкιмι™ dedi ki...

Naliya, bende çok sorarım bu soruyu kendime.. Annemlerin yaşadığı mahalleyi anımsıyorum zaman zaman. İnsanların samimiyetine, iyi niyetine ve saflığına ne oldu? Neden birbirimizden böyle korkar ve yardım elini esirger olduk. aslında şimdi ki iyi insanların yok olmasına tek sebep insanların tekinsizliği. Şimdi bir yabancıyı güvenip evine kim alabilir ki? Yolda gördüğümüz dilenciye bile güvenemezken... Hep daha eski tarihlerde yaşayanlara özenirim. Dostluklarına, muhabbetlerine, samimiyetlerine.. Nerde şimdi.. Ben daha apartmanda ki kapı komşumu bile tanımıyorum.. Neden böyle yabancılaştık birbirimize?? Çok güzel bir yazıydı, teşekkürler.

ehlikeyfchef dedi ki...

babamın görevi nedeniyle çocukluğum adananın kırsal yerlerinde geçti evimiz lojmandı ve konum itibariyle köylere giden yolların kesiştiği noktadaydı evimiz, şehirden her gelen bizim evin önünde iner hangi köye gidecekse oraya gidecek bir vasıta beklerdi köylere giden toplu taşımalar yoktu o zamanlar traktör kamyonet ne gelirse atlar giderlerdi kimi hemen giderdi ama kimileride gece yarılarına kadar beklerdi annem orada bekleyen birileri varsa onlar gidene kadar yatmazdı hatta birkeresinde artık gitme ihtimalleri kalmamış bir anneyle kızını misafir etmiştik,bunları yaşamış olmak büyük bir zenginlik olmakla birlikte omuzlarıma büyükde bir sorumluluk duygusu yerleştirdi şimdi tek derdim bunu çocuklarıma aktarabilmek...
güzel bir paylaşımdı, devam et olurmu

Hakan dedi ki...

Merhaba seneler sonra böylesine güzel ve samimi bir hikayeyi okumuş olmaktan büyük keyf aldım.Ülkemin insanlarında bu var olan duyguları azda olsa halen görebiliyoruz.Siz bunları buradan bizlere ulaştırırken bizleri de bu hayatın içerisinde biraz daha düşünmeye sevk ettirdiniz.Size ve ailenize teşekkürler.Sizi yetiştiren tüm büyüklerinize de ayrıca teşekkür ederim.Rahmetli annem de Rize holhol (Yeni adı ile soğuk çeşme doğumludur.Orada halen akrabalarım var.Dünyaya yayılmışlar ancak bana ulaşmayı başardılar.Ben de çok sevindim.Sohbetlerinde ki samimiyet bambaşka.Size ve ailenize ömür boyu mutluluk ve başarılar dilerim.

Yorum Gönder

 

Naliya © 2008. Design By: SkinCorner